(Aşağıdaki alıntıdaki yazım hataları Kitabı Mukaddes’teki gibi bırakılmıştır.)
BAP 2
… Ve adam dedi: Şimdi bu benim kemiklerimden kemik, ve etimden ettir; buna Nisa denilecek, çünkü o İnsandan alındı. Bunun için insan anasını ve babasını bırakacak, ve karısına yapışacaktır, ve bir beden olacaklardır. Ve adam ve karısı, ikisi de çıplaktılar, ve utançları yoktu.
BAP 3
Ve RAB Allahın yaptığı bütün kır hayvanlarının en hilekârı olan yılandı. Ve kadına dedi: Gerçek, Allah: Bahçenin hiçbir ağacından yemiyeceksiniz dedi mi? Ve kadın yılana dedi: Bahçenin ağaçlarının meyvasından yiyebiliriz; fakat bahçenin ortasında olan ağacın meyvası hakkında Allah: Ondan yemeyin, ve ona dokunmayın ki, ölmiyesiniz, dedi. Ve yılan kadına dedi: Katiyen ölmezsiniz; çünkü Allah bilir ki, ondan yediğiniz gün, o vakit gözleriniz açılacak, ve iyiyi ve kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız. Ve kadın gördü ki, ağaç yemek için iyi, ve gözlere hoş, ve anlayışlı kılmak için arzu olunur bir ağaçtı; ve onun meyvasından aldı, ve yedi; ve kendisile beraber kocasına da verdi, o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı, ve kendilerinin çıplak olduklarını bildiler; ve incir yaprakları dikip kendilerine önlükler yaptılar. Ve günün serinliğinde bahçede gezmekte olan RAB Allahın sesini işittiler; ve adamla karısı RAB Allahın yüzünden bahçenin ağaçları arasına gizlendiler.
Ve RAB Allah adama seslenip ona dedi: Neredesin? Ve o dedi: Senin sesini bahçede işittim, ve korktum, çünkü ben çıplaktım, ve gizlendim. Ve dedi: Çıplak olduğunu sana kim bildirdi? Ondan yeme, diye sana emrettiğim ağaçtan yedin mi? Ve adam dedi: Yanıma verdiğin kadın o ağaçtan bana verdi, ve yedim. Ve RAB Allah kadına dedi: Bu yaptığın nedir? Ve kadın dedi: Yılan beni aldattı, ve yedim. Ve RAB Allah yılana dedi: Bunu yaptığın için, bütün sığırlardan, ve bütün kır hayvanlarından daha lânetlisin; karnın üzerinde yürüyeceksin, ve ömrünün bütün günlerinde toprak yiyeceksin; ve seninle kadın arasına, ve senin zürriyetinle onun zürriyeti arasına düşmanlık koyacağım; o senin başına saldıracak, ve sen onun topuğuna saldıracaksın. Kadına dedi: Zahmetini ve gebeliğini ziyadesile çoğaltacağım; ağrı ile evlât doğuracaksın; ve arzun kocana olacak, o da sana hâkim olacaktır. Ve Âdeme dedi: Karının sözünü dinlediğin, ve: Ondan yemiyeceksin, diye sana emrettiğim ağaçtan yediğin için, toprak senin yüzünden lânetli oldu; ömrünün bütün günlerinde zahmetle ondan yiyeceksin; ve sana diken ve çalı bitirecek; ve kır otunu yiyeceksin; toprağa dönünciye kadar, alnının terile ekmek yiyeceksin; çünkü ondan alındın; çünkü topraksın, ve toprağa döneceksin. Ve adam karısının adını Havva* koydu; çünkü bütün yaşıyanların anası oldu. Ve RAB Allah Âdem için ve karısı için deriden kaftan yaptı, ve onlara giydirdi.
Ve RAB Allah dedi: İşte, adam iyiyi ve kötüyü bilmekte bizden biri gibi oldu; ve şimdi elini uzatmasın ve hayat ağacından almasın, ve yemesin ve ebediyen yaşamasın diye – böylece RAB Allah onu Aden bahçesinden, kendisinin içinden alındığı toprağı işlemek için çıkardı. Ve adamı kovdu; ve hayat ağacının yolunu korumak için, Aden bahçesinin şarkına Kerubileri, ve her tarafa dönen kılıcın alevini koydu.
*Hayatı olan
Kitabı Mukaddes, Kitabı Mukaddes Şirketi, 2015.
Yılan Havva’yı kandırır, ilk olarak. Havva yasak meyveyi tadar, Âdem’e tattırır. Elmayı yemeleriyle ikisinin de gözleri açılır, birbirlerinin çıplak olduklarını görürler. Utanç ve pişmanlığın etkisiyle kendilerine incir yapraklarından önlükler yaparlar. Tanrı onları bu hâlde görmesin diye ağaç diplerine saklanırlar.
Kitabı Mukaddes Tekvin’deki bu anlatı ve “Yasak Elma” üzerine kadının yılana uymakla, erkeği yoldan çıkarmakla suçlanması, erkeğe boyun eğmekle cezalandırılması, erkeğin kadının sözünü dinlemesi neticesinde lanetlenmesi vb sayısız dini yorum ve apokrif vardır.
Benim bu yazı vesilesiyle dikkatinizi çekmek istediğim husus ise Âdem ve Havva’nın elmayı yedikten sonra birbirlerini - elmayı yemeden önce gördüklerine kıyasla - değişik ve farklı görmeye başlamaları. Yasak elmayı yiyor, birbirlerinin çıplaklığını görüyor ve tanrıdan gizleniyorlar. Çıplaklık mefhumu zihinlerinde oluşuyor ve birbirlerini algılayış biçimlerini bütün hayatlarına tesir etme pahasına etkiliyor.
Algıyı insan zihni şekillendirir. Görüleni tanımlayan, açıklayan, anlamlandıran zihindir. Aynı şey başka zihinlerde bambaşka karşılıklarla tezahür eder. Zihin TDK sözlüğünde canlının, duygu ve davranışlar dışındaki ruhsal süreç ve etkinliklerinin bütünü, bellek olarak tanımlanmıştır. Mevzubahis ruhsal dünya ve bellek ise hikâyelerle oluşur. İnsanın insan olma macerasında maruz kaldığı, içinden, sağından, solundan, yanından ve hatta dışından geçtiği bütün hikâyelerle. Bu hikâyelerin gerçekliğe yakınlığı ve uzaklığı ise hayatla alakalı mefhumlara dair perspektifimizi belirler. Tam da bu sebeple zihnin nasıl işlediğini, onu tesis eden hikâyeleri ve dolayısıyla geliştirdiği perspektifleri fark etmek muazzam bir terbiye-i nefistir.
Birkaç sene evvel sonbaharla birlikte, ağaçlar yapraklarını dökeli beri gördüklerimi nasıl gördüğümü merakımdan peydahlanan bir hevesle çizim derslerine gitmiştim. Anadolu yakasında ikamet edenler gücenmesin, İstanbul’da mahallemin beş kilometre çapında yaşayan, karşıya geçmeyi Ankara’ya gitmekle eşdeğer gören bir İstanbullu olarak kalkıp taa Beykoz’a hem de. İlk derste üç saat boyunca bir bardakla “bakışmıştım.”
Bardağı “görmekte” ve kara kalem çizmekte zorlandıkça baktığım karenin arka planını boşaltma, temizleme amacıyla koltukta pozisyonumu değiştirdiğimi, onu adeta bir vakumda, diğer nesnelerden bağımsız, boşlukta ya da karanlık bir fonda görmeye çalıştığımı ve böylelikle varlığını perçinlediğimi fark etmiştim.
İlk ders son dersti de.
Hayatın önüme savurduğu hikâyeler bazen yorar, yoğun gelir, kalbimi kırar. Öyle zamanlarda psişemin dehlizlerinde gezmek için yalnızlığımı ister, zihnimin bildiği bütün hikâyeleri manasızlaştıran bir vakuma gereksinim duyarım. Yalnızlığım boşluk ya da karanlık arka plan görevi görür. Alışılageldik, kabul görmüş düzen yönelimlerinin tesirine kapılmadan olan biteni olduğu gibi görebilmek için ya sonsuzluğa giden bir boşluk gerekir ya da bütünlük. Zihindeki, bedendeki, bünyedeki hikâyeleri “delete” tuşuna basıp da silmek ya da inzivada yaşamak imkânsız olduğundan ilk seçenek yavan bir mastürbasyondur. İkinci seçenek, gördüklerimizi birbirleriyle entegre olmuş hikâyelerin içinden anlamlandırabilmek ise özgürlüktür. Kendimizle samimi bir ilişki kurmak için elzemdir de.
Hikâyelerin birbirleriyle görünmez bağları vardır. Her hikâye örtülü veya açık metinler arasılık (intertextuality) ihtiva eder, her hikâyenin içinde başka hikâyeler vardır. Gerçeklikte tek başına bir varoluş biçimi yoktur. Bütün hikâyelerin bir arada olması içinden diğerlerini doğurması aslında netliği sağlar ve de gerçekliği. Bir annenin bebeğini doğurması gibi.
Gerçek ve perspektif arasındaki ilişki işte bu yüzden bıçak sırtıdır.
Bu yazıyı yazmadan, ilk ve son çizim dersime gitmeden evvel okuduğum roman Trust**, perspektif meselesini mercek altına alıyordu. 2023 kurgu dalında Pulitzer Ödülü’nü Barbara Kingsolver’ın Demon Copperheadi ile paylaşan Trust, Arjantinli yazar Hernan Diaz’ın ikinci romanı. Pulitzer Kurgu Ödülü, Columbia Üniversitesi tarafından Amerika Birleşik Devletleri’nde tercihen ABD’de yaşamı konu eden eserlere verilen saygın bir ödül.
Trust bana kurgusu itibarıyla “Rashomon Etkisi”ni anımsatmıştı. Rashomon Etkisine başka yazılarda değinmiştim, hatırlatayım: Rashomon Etkisi, geçmişteki olayların bellekteki idrakinde öznellik, koşullara ve değer yargılarına bağlı, farklı bakış açılarından etkilenen ve değişebilen gerçeklik algısı olarak özetlenebilecek psikolojik bir olgu. Literatüre de Akira Kurosawa’nın “Rashomon” adlı filmiyle geçmiş. Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan ödülüne layık görülen 1950 yapımı film bir cinayetin dört şahidinin - samuray, karısı, haydut ve oduncu - çelişkili, yer yer taban tabana zıt ifadelerini yani “gerçeğin” kişiye göre farklılaşmasını konu eder. Filmin hikâyesinin Japon edebiyatının güçlü kalemlerinden Ryunosuke Akutagawa’nın iki öyküsünü temel aldığını söylemeden geçmeyeyim.
Trust da Rashomon’daki cinayet misali Wall Street’teki bir iş adamı ve karısının Büyük Buhran’a denk gelen hayat hikâyesinin farklı versiyonlarını, farklı kurgu dinamiklerinde ve farklı perspektiflerden anlatır. Diaz, aynı hikâyeye dair birbiriyle çelişkili anlatıların belkemiği olarak kurmaca ve finans arasındaki felsefi benzerliği kullanmış; tevekkeli kitabın adı ve hatta metinlerin başlıkları bile İngilizce karşılıklarında eş anlam barındırıyor: “Trust” (Güven / Teminat), “Bonds” (Bağlar / Tahviller), “Futures” (Gelecekler / Vadeli İşlemler) vb. Romanı oluşturan farklı metinler kasten birbirini çözmek yerine tekrar tekrar düğümlüyor ki bu okura Diaz’ın, Trust’taki metinler arasında herhangi bir hiyerarşi gözetmediğinin, en ufak bir gerçeklik tercihi önermediğinin de teyidi. André Gide’in “mise en abyme” tekniğini temel alan anlatı okura farklı hikâyeler içinde farklı perspektifler sunmakla kalmıyor, kurmaca ve finans dünyası arasında kurduğu paralellikle de okurun kucağına gerçekliğin ne olduğu gibi büyük bir varoluşsal soru bırakıyor. Hayat gibi.
Bir kurmaca tekniği olan “mise en abyme,” Fransızca anlamı ile “sonsuzluğa düşüş” demek. Türkçede “erken anlatı” olarak çevrilen “mise en abyme,” romanda ana hikâyenin romanın çeşitli yerlerinde küçük hikâyeler şeklinde tekrar etmesidir. Metnin içinde küçük hikâyelerin ve ana hikâyenin birbirine gönderme yapması da diyebilirim. “Mise en abyme,” edebiyata André Gide tarafından arma ve mühür bilimi “heraldik”ten esinle uyarlanmış. Yansıma ve derinlik maksadıyla iç kısımdaki armanın içinde de, daha içerdeki armanın içinde de yine aynı armanın yer alması, böylelikle armanın sonsuza kadar kendini yinelemesi tekniğin ilham kaynağı olmuş.
Mise en abyme için yine başka yazılarda birçok kere bahsini ettiğim Benoit Mandelbrot’nun fraktal teoreminin edebiyattaki karşılığı da diyebiliriz. Resim içinde resim, rüya içinde rüya, bilgisayarda ekran içinde ekran (öz yineleme - recursion), hayal içinde hayal, ayna içinde ayna gibi.
André Gide “mise en abyme”e dair şunları*** demiş:
Bir sanat yapıtında, karakterler düzeyinde, yapıtın bizzat kendi konusuyla yer değiştirdiğini görmeyi severim. Hiçbir şey yapıtın tamamını daha iyi gözler önüne sermez ya da yapıtı daha iyi aydınlatmaz. Memling’in ya da Quentin Massys’in resimlerinde, küçük karanlık dışbükey bir ayna resmetme eyleminin gerçekleştiği odanın içini bu şekilde yansıtır. Azıcık farklı bir biçimde de olsa Velázquez’in Nedimeler’inde olduğu gibi. Son olarak da, edebiyatta, Hamlet’te bir oyunun oynandığı bir sahne vardır; bu diğer birçok oyunlarında da vardır. Wilhelm Meister’de şatoda kukla gösterileri ve festivaller vardır. Usherlerin Çöküşü’nde Roderick’e okunan bir parça vardır vd. Bu örneklerden hiçbiri çok kesin değildir. Cahiers’de, Narcisse’de ve La Tentative’de yapmaya çalıştığım şeyi en iyi açıklayacak örnek özgün kalkanın ikinci bir temsilinin yine kalkanın üzerine sonsuzca (“en abyme”) işlendiği armacılıktan verilebilir.
Edebiyattaki “mise en abyme” tekniği hayat için de geçerlidir, her hikâyenin içinde başka hikâyeler vardır. Tam teşekküllü bir perspektif ancak bütün hikâyelerin birlikteliği ile sağlanır ki bu aslında perspektifin yok olması demektir. Nötr olmak, objektiflik, perspektif aslen hikâye içindeki hikâyeler arası girift ilişkiyi görmektir. Hikâyeler birbirinin içinde birbiriyle etkileşim ile kişisel ve toplumsal hafızayı oluşturur. Hikâyeyi diğer hikâyelerden bağımsız görmek matematikte bütün kümelerin ayrık küme olduğunu iddia etmektir, bağnazlıktır. Gördüğümüz hiçbir şey, çizdiğim bardak da dâhil, yalnız bir hikâye değildir. Çizerken yaptığım gibi onu bir vakuma yerleştirmek gerçeği ıskalamaktır. Ancak hikâyenin bütününü görmeye razı olan insan minyatür sanatının nakşettiği gibi her şeyi, nihayet perspektif ayağına dolanmadan, görüverir. Minyatür sanatındaki perspektifsizlik tanrı anlatıcıya denk gelir keza.
Elma yenir, yedirilir ve çıplaklığa kani olunur. John Berger’ın Görme Biçimleri’nde**** belirttiği üzere, çıplaklık, bakanın zihninde zuhur eder. Adem’in ve Havva’nın. Ve aslında Havva’dan önce Lilith vardır.
** Hernan Diaz, Trust, Picador, 2022.
***André Gide, Journals 1889 - 1949, Penguin Books, 1984.
****John Berger, Ways of Seeing, Penguin Books, 1972.






Ah Lilith! Gençlik yıllarımın bilgesi. Baba Yaga’dan önce Lilith vardı 😆
—
Bu çıplaklık konusu ne garip bir perspektif değişimi değil mi? Mesela hayvanları “çıplak” olarak görmeyiz. İnsanlara özgüdür.
Üstelik kültüreldir de, dereceleri bakımından.
Mesela Doğu Anadolu’nun bir köyünde kısacık şortumuzla dolaşırsak “çıplak” olarak görülürüz.
Mesela Kopenhag’da kışın ortasında buzu kırıp çırılçıplak suya dalıp çıkan 70’inde teyzelerle amcalar görebilirsiniz yoldan geçerken. Bu “normal”dir. Ya da bana daha enteresan gelen, lise mezuniyetinde tüm sınıf birlikte çıplak olarak denize girer. Bu da geleneksel’dir hatta.
Bildiğimiz hikayelere, başkalarını eklediğimizde bütüne yaklaşmak böyle bir şey. Kendimizi içine hapsettiğimiz algılar kırıldıkça, kendimize anlattığımız hikayeler de değişir/dönüşür.
Geçmiş artık öylece duran, değiştiremeyeceğimiz bir gerçeklik olmaktan çıkar. Adem ve Havva hikayesi bile, artık Rab’bın anlattığından başkadır.
Bence zaten hepimiz bu dünyaya farklı olasılıkları var etmek için geldik. Sadece şimdi’ye dair değil, zamanın bütününe dair. “Başka bir olasılık da mümkün mü?” sorusu.. İç içe, tekrar tekrar.
Bana göre Türk edebiyatında en güzel bir mis en abyme örneği Murat Gülsoy tarafından yazılmış Karanlığın Aynasında isimli romandır.