Herkese merhaba,
Yeni üyeler - tekrar hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Bu haftaya başlarken sizlerle Ağıtların Tanrısı’ndan bir bölüm paylaşıyorum. Çocukluk gayya kuyusu, yetişkinliğimizi anlam(landırm)ak için de “çıkış”ı olarak sezdiğimiz olay(lar)ı, günleri, örgüyü görmek elzem. Babamın hastalığı ve ölümü benim için bir nevi 21. yüzyıl stili “erginlenme / inisiasyon” görevini üstlenmiş, beni çocukluğumun kâh yalnız-serin kâh ılık-acı ama hep korunaklı suyundan çıkarmış, yetişkinliğin dalgalı ve karanlık derinlerine itmişti. Bunu cebren yapmıştı.
Babam hastalandığında çocukluğum da hastalanmış, öldüğünde çocukluğum da ölmüştü.
Asansör Ağıdı biraz bunu anlatıyor.
Asansör Ağıdı
Türkçe’de sevmediğim bir kelime, bir de soru eki var; “Alır” ve “mısınız”. Sevmemem için yan yana gelmeleri gerekiyor: “Alır, mısınız; Alır mısınız?”
1995 kışı. Kuş sesi gibi öten zil çaldı, matematik hocası geldi sandık. Bizim evde, Damla ve ben, Amerikan kolejli, matematiği kuvvetli iki lise son sınıf öğrencisi, üniversite sınavında, 52 sorunun 52’sini de doğru yapabilmek için özel ders aldığımız pek meşhur matematik hocasını bekliyoruz. Ahmet Cengiz’i. O yüzden delikten bakmadan falan açtım kapıyı. Beyaz saçları, pötikare kasketi, antrasit pardösüsüyle, Ethem Efendi’deki bir apartmandan çok Londra’da Harrods mağazasına yakışacak uzun bir adam –yedinci katta oturan komşu bu– kapısı açık asansörü göstererek, gözlerime bakmadan, o iki kelimeyi söyledi:
“Alır mısınız?”
Belki de önünde, başında, ortasında, sonunda ve hatta ötesinde başka kelimelerle, açıkladı, bir şeyler dedi, siktirsin her ne dediyse gerçi, ben sadece bu ikisini duydum: “Alır mısınız?”
Elime tutuşturduğu bir bardak dolusu cam kırığını öylece içiverdim. O cam kırıkları ağzımı, dilimi, boğazımı, yemek borumu ve en nihayetinde midemi kanırta kanırta kesti, biçti, geçti. Yakıcı saf bir acı, bedenimde her bulduğu boşluğu doldurdu, o güne kadar yavaş yavaş daralmış boşluklarımdan kalanları bir daha hiç açılmamak üzere büzüştürdü, kapattı, öldürdü.
Bu bir bardak cam kırığının hıncını, ondan sonraki gün ve sonraki ve de sonraki günler, uzun adamın posta kutusundan aldım. Görüleceğim korkusuyla kalbim yerinden çıkarcasına çarparken, birkaç ay sonra kolejde sınıf arkadaşlarım tarafından “May Girl - Mayıs Kızı,” öğretmenler tarafından “Golden Girl - Altın Kız” seçilecek olmama aldırmadan, uzunun posta kutusunun ince uzun ağzından, pislik, çer çöp, toprak ne bulduysam doldurdum.
Aynı şey değildi ama hiç yoktan iyiydi.
Asansörde:
İki siyah ve tanıdık makosen ayakkabı gördüm. Eller de gördüm. Kemoterapinin ya da belki ölümün kararttığı derinin sardığı eller. Kanserinin başka bir çalımı, ayakları olduk olmadık yerlerde birden tutmayıveren babam, iki büklüm, yere düşmemek için bedeninin ve ellerinin bütün kuvvetini kullanırken bana bakıyor, uzun adamın benden rica ettiği gibi, “alınma”yı bekliyordu.
sayfa: 149-150
Bazılarınız bu kitaba aşina, biliyor, okudu. Bilmeyenler için o zamanki editörüm Handan Akdemir Ağıtların Tanrısı’nı şöyle anlatmıştı:
Vahşi şeylere dair evcil bir dil kullanmak yok artık
Ağıtların Tanrısı bir aşk mektubu... Sepin Sinanlıoğlu’nun ölen eşi, sevgilisi, çocuklarının babası Okan’a yazdığı bir aşk mektubu. Bir ağıt. Bir kadının sevdiğinin ölümüne ve bu ülkede ömrü kelebeklerinkinden daha kısa süren, büyükler tepişirken ölen bütün çocuklara yaktığı, kalbi parçalayan bir ağıt. Ve bir manifesto. Bu topraklarda yaşanmış bütün acılarla yüzleşmeden, bir hiç uğruna ölen bütün çocuklarımızın yasını tutmadan yola devam etmenin mümkün olmayacağını haykırarak ilan eden bir manifesto.
Başlıkta yazar ve hikâye anlatıcısı Martin Shaw’un dediği gibi “evcil” bir dille an- latılamayacak şeyler var hayatta, bu kitabın anlattıkları gibi. Öfke gibi, yas gibi, aşk gibi, aşkın içinde yok olmak gibi. Daha önce konuşulmamışları yabandan kopup gelen bir dille anlatan Ağıtların Tanrısı sizi derinden sarsacak eşsiz bir kitap.
Bir süredir uzunları sevemiyorum zaten. Bir küfür de bu uzuna savurdum bu sabah!
Al’makla ilişkimiz halihazırda nasıl kırılgan. Bir de bu “301 kişiyi aldık komserim” kullanımı var.
Almak kelimesi yerine başka bir şey koymalı.
Ah Sepinn bu nasıl bi anlatmadır ve bu uzununki nasıl bi öküzlüktür..
Ocak 13’de kaybettim babamı bende. Çok ani oldu hala inanamıyorum. Ertesi gece oturdu içime, sanki bi gecede büyümüştüm.