Neden Geldim Buraya
New York’taki Ellis Adası, 1892’den 1954’e kadar tam altmış iki sene boyunca, Atlantik’in diğer ucundan New York'a gelen göçmenler için bir geçiş, bir inceleme ve kayıt istasyonu olarak hizmet vermiş. Ana dillerinden, baba topraklarından getirdikleri hikâyeleriyle başka bir kıtada yeni ve başka bir hikâye yaratmak isteyen yaklaşık 12 milyon göçmen Amerika’ya Ellis Adası’ndan geçmiş.
New York’a ilk gidişimde bir günümü Ellis Island’da geçirmiştim. Adada müze haline getirilmiş kocaman binada sergilenen fotoğraflardan, izahatlardan çok etkilenmiş, hepsini bir bir okumuştum. Aksi sanki hafızaya ihanetti.
Ellis Adası, benim için uçsuz bucaksız ve tanımlanamayan hafızanın bir ada olarak bu dünyadaki fraktalıydı*. Efsunlanmıştım. Resmi kitaplarda, 1776 Bağımsızlık Bildirgesi’nde, Thomas Jefferson’da, Benjamin Franklin’de değil, işte o adada, fotoğraflarda, o hikâyelerdeydi Amerika’nın yakın tarihi. Capcanlıydı. Ama müzede sergilenenler yetmemişti, Ellis Adası ziyaretim sonrasında göçmenlerle yapılan röportajlardan oluşan Ellis Island Interviews’ı okumuş, göçmen hikâyelerini bağrıma basmıştım.
Ellis Island Interviews’da Suriye, Ermenistan, Türkiye ve Filistin göçmen hikâyelerinden oluşan bir “Orta Doğu” bölümü var. Ankara Yahudilerinden Osla Esen’in, Üsküdar Ermenilerinden Sera Tartunian’ın, İzmirli kız kardeşler Jeanne, Molly ve Miriam Assidian’ın röportajlarında anlattıkları kederli. Memleketimin hikâyesini, onda kalanlardan değil, ondan gidenlerden okumak sarsıcı, geride kalanla giden arasındaki bağın başına gelenler hep hazin.
Ellis Adası ziyaretimden seneler sonra bir podcast sayesinde Neden Geldim Amerika’ya isimli şarkıdan haberdar oldum. Osmanlı’dan Amerika’ya göç etmiş, 1893 Bandırma doğumlu Rum sanatçı Achilleas Poulos’un (1893 – 1970) bu şarkısını buldum dinledim, onun da Ellis Adası’ndan geçişini, maruz kaldığı tetkikleri, New York’a varışını hayal ettim, Rumca ve Türkçe ve hatta çok iyi konuştuğu Ermenice sözcükleri New York’a taşıdığını. Neler yaşamıştı, neden “gelmez olaydım” diyordu, şarkısında özlemle, hasretle bahsettiği Bandırma’da neler yaşamıştı?
"Beni bu yabanlarda unutmayın." - Achilleas Poulos 1922
Bireysel hafıza ve toplumsal hafıza birbirinden ayrışık değil. Ruh sağlığı otoriteleri bireysel hafızanın, istesek de istemesek de, bedende kaydedildiğinde mutabıklar. Psikiyatrist Bessel van der Kolk’un çok ses getiren kitabı Beden Kayıt Tutar’ı çoğunuz biliyorsunuzdur. Bilmeyenler için, Van der Kolk Beden Kayıt Tutar’da bedenin post-travma kayıt mekanizmasını ve onarıcı terapi sistemlerini vaka çalışmalarını anlatır. Kitabın “Hatırlamanın Dayanılmaz Ağırlığı” bölümü Katie Cannon’dan şu cümleyle açılır:
Bedenlerimiz, anılar taşıyan metinlerdir ve bu nedenle hatırlamak, reenkarnasyondan farklı değildir.
Hatırlamanın reenkarnasyona benzetilmesi terapötik bağlamda isabetli, hatırlamak yaşananı tekrar tekrar doğurur, kâh iyileştirerek, kâh zarar vererek. Freud, Bessel van der Kolk’tan seneler önce
Şükür ki, zihin unutsa da beden unutmamıştır
demiştir.
Bireysel hafıza çoğu zaman istesek de istemesek de kayıt atar, dört işleme maruz kalır ve toplumsal hafızayı oluşturur. Ama toplam, parçalarından daha büyüktür; toplumsal hafıza, bireysel hafızanın basit ve lineer bir birleşmesi değildir. Toplumsal hafıza deyince işin içine, nesilden nesile aktarılan hikâyeler girer, şarkılar girer, türküler girer, sanat girer. Paul Shepard’ın Coming Home to the Pleistocene isimli kitabında söylediği gibi:
Törenler, Danslar, Sanat ve Hikâyeler hatırlamanın yollarıdır. Genler sadece “nasıl yapılır” bilgisi değil, aynı zamanda geçmiş ortamların bedensel hatıraları ve bunlara verilen tepkilerdir. Hatırladığımız benliğimizin genetik temelimizle uzlaştırılması, bugün bizi tanımlayan ikilemi aşar.
Toplumsal hafıza, iyi çalışırsa, bireysel hafızadaki “travmalaşmış,” “entegre olamamış”ı yeniden doğurur, bu reenkarnasyonda onarım vardır. Bireysel hafıza tek başına kaldığında kaosa meyillidir ama toplumsal hafızanın bir birimi olarak canlandığında, yaşanılanı iyileştirmeye, sağaltmaya, bir güzellik olarak var etmeye başlar. Bu hem bir mecburiyet hem de bir seçim dahilinde gerçekleşir. Hem kader hem özgür irade barındırır. Achilleas Poulos’nun bireysel hafızası, hasret yarasıyla, şarkıları üzerinden toplumsal hafızaya yerleşmiştir ve bu muazzam bir zenginliktir. Poulos bu şarkısıyla hem kendi yarasına hem sıla hasreti çekenlere merhem olmuştu, hâlâ da oluyor.
Atalarımız ateş başında toplandığında, sizlerle Poetika Kulüp’te Zoom üzerinden de olsa buluştuğumuzda yapmak istediğimiz, belki de neo-liberalizmin dayattığı bireyci perspektifle daha fazla kaldıramadığımız kişisel hafızalarımızı toplumsal hafıza içinde anlamlandırmak, toplum içinde anlamlı bir yere yerleştirmektir, kim bilir? Hikâyeler, sözlü anlatılanlar, yazılı anlatılanlar, edebiyatta, müzikte, fotoğrafta, filmde vb. anlatılanlar, bir toplumun gerçek hafızasıdır. Bu gerçek hafıza, belleğimizde, bedenimizde, şarkımızda, türkümüzde, hikâyelerimizde canlı canlı yaşar ve bireysel hafızamız da dahil her şeyi ama her şeyi kapsar.
Toplumsal hafızayı, toplumsal hafızanın bir ulağı olan hikâyeler üzerinden anlamak nispeten kolay. Bu sebeple Plymouth Üniversitesi’nde yaptığım yüksek lisanstan, Sözlü Gelenek dersinden okuduğumuz bir aborjin hikayesini sizler için seslendirdim. Adı Kuş Adamlar ve Göl Kıyısındaki Kavga:
Bu hikâyenin incelemesi birden fazla yazıyı hak ediyor, burada sadece son kısma, yemek bulmak için iş bölümü yapıldıktan sonra “sudan nefret eden saksağanlar”ın sahneye çıkışına odaklanacağım. Sudan nefret ettikleri için ateş yakmak için çalı çırpı toplama ve çalı çırpının tükenmemesinden emin olma görevi saksağanlara veriliyor. Sudan nefret eden saksağanlar. Su hikâyede toplumun besinini, yemeğini içinde barındıran şey. Hayatın kaynağı, kendisi. Toplumu besleyenin kaynağı, yani toplumun atası, toplumun hafızası. Ama saksağanlar sudan o kadar nefret ediyor ki kendilerine ateşi besleyecek çalı çırpı toplama işi veriliyor. Sudan hayat çıkıyor ama sudan çıkan hayatın toplumu beslemesi için ateş lazım. Ateş suyu yok edemez ama su ateşi yok edebilir. Yani hiyerarşik olarak, “toplum-yapma”da su yani hafıza birincil, ateş yani hafızanın kaydedilmesi ise ikincil. Hafıza, zaten kendiliğinden ve canlı olarak devam ediyor, eğer toplum olarak hatırlamayı beceremezsek, yani beraber ateş etrafında toplanmak mümkün olmazsa, herkes kendi ateşini yakar, herkes olan biteni kendi hafızasında tutmanın bir yolunu bulur. Bunun işe yarayıp yaramadığını Türkiye’ye bakarak maalesef kolaylıkla anlayabiliriz, gerçi ben artık kendi başımıza ateş yakmayı becerebildiğimizden de şüpheliyim. Sansürün hatırlamayı engellediğini söyleyebilir miyiz?
Achilleas Poulos’a kulak veriyorum. “Neden geldim Amerika’ya?” diyor şarkısında, “cilveli Bandırma” diyor, bana bir yüzyıl öncesinden kendi memleketime dair bir hikâye anlatıyor; kendi için, sonrakiler için, müzik üzerinden, müziğiyle kayıt tutuyor. Bazı panzehirler som bir minnet ve neye olduğunu bilmediğim bir hasretten karılıyor.
*Yale Üniversitesi matematik profesörü Benoit Mandelbrot, doğada ve matematikte kendi içlerinde benzerlik gösteren düzensiz şekilleri tanımlamak için 1975 yılında “fraktal” terimini türetti; örneğin kar taneleri veya karnabahar değişken ölçeklerde kabaca aynı şekilde görünürler ya, fraktal mefhumu işte bu “düzensiz” benzerliği anlatır. Fraktal teori ise doğada her şeyin fraktal olduğunu, doğadaki her formun, bir şekilde başka bir formun yinelemesi olduğunu söyler.
Kaynakça:
Goan, P. M. (1997) Ellis Island Interviews, United States of America: Barnes & Noble Books.
Van der Kolk, B. A. (2015) The Body Keeps the Score: Mind, Brain and Body in the Transformation of Trauma, Great Britain: Penguin Books.
Levine, P. A. (2010) In an Unspoken Voice: How the Body Releases Trauma and Restores Goodness, Berkeley: North Atlantic Books, Lyons: Ergos Institute Press.
Shepard, P. (1998) Coming Home to the Pleistocene, Washington: Island Press.
Shaw, M. (2020) Unpublished Oral Thought Module, MA Poetics of Imagination 2020/21 programme material.
“Neden Geldim Amerika’ya” Sözleri
Neden geldim Amerika’ya / Tutuldum kaldım avare / Şimdi bin kere pişmanım / Fakat geçti ah ne çare / Ahh gelmez olaydım / Ahh görmez olaydım / Tek seni şirin Amerika / Görmez olaydım, gelmez olaydım / Bandırma’nın kış denizi / Gemileri dizi dizi / Merhametsiz insafın yok mu? / Niçin mahzun ettin sen bizi? / Ahh kaçmaz olaydım / Ahh aşmaz olaydım / Tek senden cilveli Bandırma / Kaçmaz olaydım / Aşmaz olaydım
Bu yazıyı Poetika Journal #2 için kullanacağız.
Poetika Journal için detaylar şu gönderide:
Poetika Kulüp hakkında:
Yazınızı okudum... göçler hep hüzünlü ... Babam sonsuzluğa göçersen doğduğun topraklara götürüyüm dedim , istedimi beni istanbulda göm dedi ... ne yaşadıysa
Cok güzel yazi olmus. Ve seslendirdigin hikayeye bayildim🌸