Gırgır’dan Önce (Oğuz Aral Anısına)
1970’lerin sonu ve 1980’lerin başında doğmuş her çocuk gibi ben de babamın pazar sabahları Gırgır dergisiyle eve dönüşünü sabırsızlıkla beklerdim. Henüz okuma-yazma bilmediğim yıllarda Gırgır’ın balonlarını bıktırıncaya kadar babama okutur ve ezberlerdim. Okuma yazmayı da bana balon okumaktan bıkmış olan babama muhtaç kalmamak için Gırgır sayesinde öğrenmiş olabilirim. Çocuk halimle dahi dergide çizimlerinden hoşlandığım ve hoşlanmadığım ustalar vardı. Bazı köşeleri çocuk diliyle “bunları ben de çizerim beyaa” diyerek dikkate almadığım olurdu. Ancak Utanmaz Adam adlı kahramanın çizimlerinde beni çeken bir kararlılık hissederdim. Okuma yazma bilmediğim için bu karakteri kimin çizdiğini bilmezdim. Ancak o sayfalardaki çizimlerin diğerlerinden daha iyi olduğunu düşünürdüm. Utanmaz Adam Şeref’in bir mizah kahramanı ve aslında kolpa bir kişiliğe sahip olmasına rağmen ciddi ifadeyle durması ilgimi çekerdi. Bu gün bile duruşu ile gerçek karakteri arasında bu kadar fark olan çok az karakter yaratılmış olduğunu düşünüyorum.
Ben çocuk olarak iki kere şanslıydım zira babam hem her hafta Gırgır alıyordu, hem de İznik Gölü kıyısında 1970’lerin Gırgırlarını kese kağıdı olarak kullanan bir bakkaldan yüzlerce sayı eski Gırgır almıştı. Bakkalla yaptığı pazarlığı ve yüzlerce sayı dergiyi eve taşıdığımız sırada duyduğum sevinci bugün de hatırlıyorum. Böylece ben yaşıtlarımdan daha avantajlı olarak Avni’nin yetişkinlik maceralarını, Utanmaz Adam’ın Beleşino olduğu sayıları da okuma fırsatı bulabilmiştim. Sayısız yaşıtım gibi benim de en büyük hayalim büyüdüğümde Gırgır çizeri olmaktı. İlkokulda katıldığım resim yarışmalarında aldığım derecelere güvenerek “büyüdüğümde ben de elimde çizimlerimle Oğuz Aral’ın kapısını çalacağım,” derdim. Onun çizer olmak isteyen gençleri geri çevirmediğini biliyordum. Zaten Gırgır’ın en sevdiğim köşelerinden biri de Çiçeği Burnunda’ydı.
Ne yazık ki tevellüdümüz bu hayale yaklaşmaya yetmedi. Bilindiği üzere 1989/90 döneminde Gırgır ekibi dağıldı, dergi el değiştirdi. Gırgır’ın yerine çıkanlar onun yerini tutamadı. 1989/91 arası tüm dünya sosyalist bloğun dağılmasının şokunu yaşamaktaydı. Ben ise Gırgır’ın dağılmasının şokundaydım. Türkiye’de mizah dergileri Gırgır’ın çizim kalitesine verdiği önemi ikinci (galiba ellinci falan demeli) atan ve espriye odaklanan farklı bir yolda evrildi. Gırgır’daki hareketli çizimlerin yerini vesikalık çektirir gibi duran ve bolca konuşan karakterler aldı. Benim gibi hoplayan zıplayan, düşen, tepe taklak olan karakterlere alışık “izleyiciler” için yeni çıkan dergilerin albenisi kalmadı. “İzleyici” derken kastettiğim şu. Bizim kuşak Gırgır’ı sadece okumazdı. Bizler her kareyi dakikalarca izlerdik. Karakterlerin hareketleri, mimikleri, eşyalardaki ayrıntılara odaklanır kalırdık. Utanmaz Adam mesela öylesine bir koltuğa otururdu ki, koltuğun işlemelerini, spiral oymalarını uzun süre incelerdiniz. Şeref’in zaman makinesiyle vahşi batıya gittiği macerada çizmelerindeki mahmuzlara kadar her ayrıntıyı bugün dahi hatırlarım. Bu açıdan Gırgır aslında okunmaktan ziyade izlenen bir dergi, biz de okuyucudan çok izleyici fanlardık diyebilirim. Türkiye’de mizahın gücü devam etmesine ve bence Gırgır’ı da aşan bir mizah çeşitliliğine de ulaşılmasına rağmen; çizimlerine hayranlık duyulabilecek çizerler giderek azaldılar, dergilerin “izleyicileri” yerlerini “okurlara” bıraktılar da diyebiliriz.
Neticede Oğuz Aral dergiciliğe küstü. Biz de çocukluk hayallerimizden sıyrılarak farklı mesleklere savrulduk. Ben arkeoloji okudum, teknik resim eğitimi aldım. Kumpas, konformatör gibi aletlerle arkeolojik kazılarda, bol bol çanak çömlek, kap-kaçak, figürin vb çizip durdum. Ama Gırgır’da çizer olamamak, “patates burunlu” karakterlere hayat verememek daima içimde bir ukde olarak kaldı. Bugün bile 40 yaşını aşmış bir adam olarak, Gırgır’ın dağılmasına yol açan kadroyu, Oğuz Aral’ı bırakıp gidiş tarzlarından ve aslında bir okul olan dergiyi terk ediş biçimlerinden dolayı affedemiyorum. Oğuz Aral’ın onları affettiğini biliyorum; Gırgır’dan kaçmalarında haklı gerekçeleri olduğunu da biliyorum, bugünkü aklımla onlara kısmen hak da veriyorum ama küçük bir çocuğun hayallerini çaldıkları için içimdeki çocuk onları affedemiyor. Hele bu ekip içinde sonradan epey popüler olmuş kimilerinin “mahalle değerleri” ve 80’ler nostalijsi üzerinden bir edebiyat inşa etmeleri, kendilerini yeni nesillere “milli-manevi değerleri savunan sanatçılar” olarak lanse etme çabalarına şahit oldukça müstehzi bir şekilde gülüyorum. Allah’tan insanımız balık hafızalı da ustasını karambol yollardan terk etmiş çırakların yeni nesillere televizyon programlarında maneviyat dersi vermesi bir soruna yol açmıyor.
Neyse Oğuz Aral dergicilik alanından çekildikten sonra bilindiği üzere kendisine has tarz çizmeye ve sergiler açmaya devam etti. Aslında balonsuz bazı kapakları Dıgıl’da 1989’dan itibaren yayınlanmaya başlanmıştı. Bu kapakların her biri koleksiyonluktur. Dıgıl’ın kapakları Oğuz Aral’ın Gırgır öncesi yıllardaki çalışmalarına geri dönüşünü de yansıtmaktaydı. Ustanın yeni nesillerce unutulmuş bir yanı da Gırgır öncesi döneminde reklam sektöründe çalışması, animasyonlar yapması, kitap kapakları çizmesidir. O dönemde Nazım Hikmet’in, Aziz Nesin’in, Orhan Kemal’in birçok kitabının kapağını Oğuz Aral çizmişti. Gençlik yıllarından itibaren o kadar çok işe imza atmıştır ki bunların hepsini derlemek mümkün değildir ama bu yolda adım da atılmalıdır. Orhan Kemal’in Bekçi Murtaza’sının Everest Yayınları’nca yapılan yeni basımlarında Oğuz Aral’ın ilk baskıda (1969) yer alan çizimine yer verilmesinin gerçekten çok yerinde bir hareket olduğunu söylemeliyim, darısı diğer yeni baskılara diyelim.
Öte yandan hazır böyle bir fırsat bulmuşken ustanın bu gün pek bilinmeyen ve piyasada bulmanın da neredeyse imkânsız hale gelmiş olan bir çalışmasını tanıtmak istiyorum. Çağımızın önemli şairlerinden Ülkü Tamer’in (1937-2018) ilk baskısı 1965’te yapılmış olan Virgül’ün Başından Geçenler adlı şiir kitabının kapak ve iç desenlerini o dönemde 30 yaşına girmemiş genç bir çizer olan Oğuz Aral yapmıştı. Virgül’ün Başından Geçenler’deki desenler Oğuz Aral’ın Gırgır’ın yayınlanmasından önceki çizim tarzının incelenmesi için oldukça güzel örnekler vermektedir. Bu dönemde Oğuz Aral’ın çizimleri Gırgır’dan aşina olduğumuz “klasik” tarzına uzaktı ve bir bakışta “bu Oğuz Aral’ın çizimidir” diyemeyeceğimiz kadar çeşitlilik arz ediyordu. Daha doğrusu usta, kitap desenleri için farklı tarzlar denemekteydi. Örneğin Virgül’ün Başından Geçenler’deki desenlere dikkatli bakınca kocaman açılmış ağızlar ve iri dişleriyle karanlık siluetler ve çatılmış kaşlarıyla kızgın bakışlı korsanların Gırgır’da karşımıza çıkacak olan karakterlerle benzeştiğini söyleyebiliriz. Ama korsanların bindikleri gemi bir minyatürden fırlamış gibidir. Kitaptaki bazı çizimlere (mesela virgülü ateşleyen adama) bakıldığında ustanın sanki elini hiç kaldırmadan sahneyi tek bir harekette çizdiği algısı uyanıyor. Figürlerdeki hareket zenginliği, Oğuz Aral’ın çizgi film tekniğine hâkimiyetini de yansıtmaktadır.
Oğuz Aral’ın yapıtları “Tüm Eserleri” başlıklı bir koleksiyonla halen derlenmeyi bekliyor. Umarız ileriki tarihlerde bu türden bir girişim başlatılabilir. Özellikle de ustanın az bilinen Gırgır öncesi çalışmalarının da hatırlatılması için böylesi bir derlemeye ihtiyaç olduğunu düşünmekteyim. Bu yazıyı sona erdirmeden önce mizah ve çizim tarihimizdeki yeri doldurulamayacak ustamızı hürmetle anıyorum. Kendisini tanımadım ve onu kendi gözlerimle de görme fırsatım olmadı. Ama o benim gözümde ilkokul yaşında bir velede çizmeyi, çizimi, mizahı sevdiren bir ustaydı. Kendimi onun öğrencisi olarak görüyor öyle kabul ediyorum. Huzur içinde yat usta…
Az bilinen çalışmalarından biri.
Kaynak: Semih Balcıoğlu-Ferit Öngören Türk Karikatürünün 50 Yılı (1976)