Aşağıda Ağıtların Tanrısı’ndan Çakı bölümünü Poetika’daki “Mise-en-Abyme” sohbetimiz için paylaşıyorum. Doğumlarda (ve ölümlerde) tekrar eden hikâyeleri görmek için benden mütevazı bir örnek olarak alabilirsiniz.
Bütün bunları Anne Hikâyesi (eskiden Anne Yarası derdik) etrafında konuşuyoruz. Yetişkin olabilme ihtimali için. İlgilenirseniz şu yazıya bakın: Anne, neredesin?
Mise en Abyme neydi derseniz: Mise en Abyme
Anne hikâyenizle alakalı bir şeyler üretmek isterseniz de şuna bakın lütfen: Poetika Journal
Not: Ağıtların Tanrısı’nda yazıların altındaki isimler Türkiye’de öldürülen çocuklara ait.
Çakı
Okan’ın öldüğünü henüz “teyit” edememişken teyzesine, Aysan’a:
“Belki ölmemiştir, belki bacağı kırılmıştır, telefonu kırılmıştır düşünce, ondan açmıyordur, kolu kırılmıştır.”
Okan’ın öldüğü kesinleştiğinde ve ben uçağa gitmeden: “Baban öldü, ben babanı almaya gidiyorum Ela.”
Ms Begley’nin bundan 23 sene önce yazdığı yıllık yazısının kehanetindeki gibi yaşlı gözlerle bakıyor, bir şey demiyor.
“...”
Bir süre sonra, anneannesine:
“Bana kim bal kaymak yapacak?”
O gece onunla ilgilenmesi için çağrılmış çok sevdiği kuzenim Elif’e:
“Elif, benim babam dağdan düştü ve öldü. Bak bu babamın doğum günü.”
Aynı gece kilitli gizli defterine yazı yazıp, resim yaparken, Elif’e:
“Bunları babam için hazırlıyorum. Babamla defterimiz. Ama gizli bir defter.”
Ağlamıyor, ağlayanlar için:
“Neden ağlıyorlar Elif?
Annem şimdi ne yapacak Elif? Yani neden gitti?”
Okan’ın ölümü ve bugün arasında Okan’ın öldüğü günle alakalı konuştuğunda:
“Anne sen babamın öldüğü gün koltukların üzerinde çok bağırıyordun. Ben senden korktuğum için geri geri odama yürüdüm. Odamda ipad oynadım.”
Güzel kızım,
Bal kaymağım,
Yüzündeki gamzelere kurban olduğum,
Ela’m,
O küçücük bedenin, o küçük kalbin, nasıl dayanıyor Ela’m, sen nasıl dayanıyorsun Okan’sızlığa?
Babasızlığa dayanılır, ama Okan’sızlığa nasıl dayanıyorsun? Bana bir deyiver.
Benim acım bir çakı oluyor da burnumdan içeri saplanıyor, saplanmakla kalsa iyi, dönüyor da dönüyor, o çakı durmadan dönüyor, Dünya döndükçe o çakı da burnumun içinde dönüyor, senin o küçük bedeninde neler oluyor?
Benim gözlerimin önlerinde değil de arkalarında seller akıyor, o seller sokaktaki çiviler, cam kırıkları, can kırıkları, hurda demirler, delici kesici her şeyle beraber gözlerimin arkasından arkasından çağlayarak akıyor, onca çağlamaya rağmen hepsi kesiyor gözlerimin arkalarını, gözlerimin arkaları kanıyor, senin gözyaşların nereye, nasıl iniyor, güzel kızım? Senin neren kanıyor?
Senin o kıyamadığım küçük bedeninde neler oluyor nakış suratlım?
Oya yüzlüm, can bebeğim, her şeyim, söyle bana, senin bedenin bu acıya nasıl dayanıyor?
Gözlerinin hemen altındaki gamzeler, o gamzeler nasıl dayanıyorlar Ela’m?
Söyle bana, o gamzeler Okan’sızlığa nasıl dayanıyorlar?
Babasızlığa dayanırlar da, söyle bana Okan’sızlığa nasıl dayanıyorlar?
Elif Terim, 11, 10 Ekim 2019, Şanlıurfa
✽✽✽
Ağustos 2011. Ela’nın doğumunun sabahı, Ela’nın NST* değerleriyle alakalı içimde bir şüphe belirmişti.
Doktorum Gülnihal’le randevuda NST değerlerini konuştuk. Anne içgüdüsüne inanan Gülnihal içimiz rahat etsin diye NST sonuçlarını bir perinatoloğa götürmemi istedi. Canım sıkıldı. Okan’la eve geldik. Hava çok sıcaktı. Hakikaten çok sıcaktı. O iki pek meşhur perinatoloğu aradım. Asistanlarıyla konuştum, “40 haftalık gebeyim, doğurabilirim, falanca beye görünmem lazım” dedim. Beklediğim cevapları aldım, randevular çok sıkışık vesaire vesaire vesaire. Numaramı bıraktım, bana döneceklerini söylediler. İstanbul’un Ağustos’u. Hava çok nemli ve çok sıcaktı. Yorgundum, Okan’la beraber yatak odamızda biraz uyuduk. Yarı uyur yarı korkarken salonda bıraktığım cep telefonum çaldı. Sevmedim çalmasını. Yine de belki randevu için arıyorlardır diye kalktım ve bir daha yatamadım. Arayan kimdi hatırlamıyorum ama doktorlar değildi. İçgüdü mü korku mu, hangisi bilemiyorum, birinden biri dürttü. Perinatologları tekrar aradım, içimdeki ses ve alışkanlığım kol kola girdi, tek bir ağızdan “Zorla” dediler, “randevu vermeseler de kapılarına dayan”. Doktorlardan biri en son randevuyu verdi. Diğeri, “NST’yi faksla da konuşalım” dedi. “Çünkü Türkiye’de her evde faks makinesi var” dedim içimden. Artık içim dışım karışmaya başladı. “Git muayenehanesine baskın yap, NST’yi eline tutuştur, baksın” dedim kendi kendime. Okan’la ne konuştuk, ne karar verdik hatırlamıyorum. Ama arabaya atladık. Nişantaşı’na gittik. İlk doktorun, randevuyu verenin değil de, muayenehanesine baskın yapmayı planladığımın yerine gittik. Ben otoparkta arabada bekledim, neden bilmiyorum. Hiç ben değil böyle bırakmak. O zamanlar yani, ben değildi. Ama Okan yalnız çıktı doktorun yanına. Arabada beklerken işten arkadaşım aradı. Hiçbir şey yokmuş gibi iş konuştum, şaşırdım bu hâlime. Okan çabuk geldi. Çok bekleyeceğimi düşünmüştüm hâlbuki, olmadı. Beklenti tuhaf bir şey. Okan’ın yüzü karışık. Kocam sakindir, yüzünün karışıklığı çok alışık olduğum bir şey değil. “Ortada bir durum dedi” dedi. “Beklemeyin aldırın dedi” dedi. Bir şey hissedemedim. Diğer perinatologla randevumuz vardı. Günün son randevusuydu. Nişantaşı’ndan şaşkın şaşkın Şişli’ye gittik. Hrant’ın vurulduğu cadde, o yüzden küsüm bu caddeye ben. Yukarı çıktık. Bizimki en son randevu ya, bekledik. Tahminimden daha çok bekledik. Diğer hamileleri inceledim. Kadın dergisi baktım. Araba, park ettiğimiz ve küs olduğum caddeden çekildi mi diye aşağıya baktım. Okan buradan çıktığımızda bana güzel bir yemek yedirse diye hayal kurdum. Şişli’den Nişantaşı’na geri dönülür, buradan çok sevdiğim All Sports’a gidilir mi diye düşündüm. Saat ilerledi, hava kararmaya başladı. Bekledikçe heyecanlandım. Her bekleme gibi bu da bitti, beni çağırdılar. “NST değerleri, düşük kalp atışı...” anlatırken, “Önce muayene” dedi doktor. Muayenede problem görmedi. Okan NST’leri gösterdi. Bir tomar beyaz kaygan kâğıtta grafik. Doktor o beyaz tomarları inceledi.
“Deserelasyon” dedi. “Risk var” dedi.
“Eve gitmeyin” dedi.
“Buradan hastaneye gidin” dedi.
“Sabah sezaryenle aldırın” dedi.
“Sabaha kadar da iki saatte bir NST bağlansın, bakılsın” dedi.
Kafam duman duman oldu. Hastaneye gittik. Giriş yaptık.
Yine NST’ye bağlandım. Bu sefer önceki NST seanslarından daha endişeli, gözüm NST cihazında, gözüm o iki değerden Ela’yla alakalı olanda. Okan annemi aradı. Okan doulam** Nur’u aradı. Nur Başak’laydı. Ben konuşmak istemedim önce, Başak’ın sesini duyarsam ağlarım diye korktum. Sonra ikisiyle de konuştum, ağladım. Annem, ablam ve Sotos hastaneye geldi. Yine ağladım. Sezaryen yüzünden kızımla bağ kuramayacağım diye hıçkıra hıçkıra ağladım. Ya da korktuğum için belki de. Her ağlamanın bir sebebi olacak ya, o an bağ kuramamaya sardım. Başak “Sen o bağı çoktan kurdun deli kız” dedi. O bağı hiçbir sezaryenin benden koparıp alamayacağını daha o zaman bilememiştim. Okan ve annem doğum çantamızı almaya bizim eve gitti. Aysan ayağıma masaj yaptı, iyi geldi. Bu sefer Okan ve annemi beklemeye başladım. Çok bekledim. Kulağım Aysan ve Sotos’ta, ama kulaklarım sanki duymuyor, gözüm o an bütün vücudumu kaplamış tek organım olmuş, korkuyla, çok korkuyla, NST cihazında, kalp atışında. Bebeğimin kalbinde. Yaklaşık iki sene öncesi beynimin içinde bir aşağı bir yukarı oynayıp durdu, düşürdüğüm bebeğimin acısı bedenimin hücrelerinde nereye saklanmış, depolanmışsa, kocaman bir korku olup göğsüme, böğrüme, NST cihazındaki gözlerime yerleşti.
Bundan yaklaşık iki sene öncesi:
“Atıyor değil mi kalbi?” dedim hemşireye. Yıllar önce kısa ve öz olarak “Hastanın kurtarılması için yapılacak bir şey kalmamıştır” diyen İngilizce hastane raporunu, “Burada babam iyileşecek yazıyor, değil mi?” diye Amerikalı İngilizce hocam, Ms Begley’e götürdüğüm gibi. O saflıkla. O zaman Üsküdar Amerikan’da lise son sınıftaydım ve Emily Brontë’leri orijinalinden okuyabilecek kadar iyi İngilizce biliyordum. Ama babamın öleceğine inanmayı reddediyordum. Bu sefer de, önceden pıt pıt attığını gördüğümüz şey, ki kalpmiş, atmıyordu. Sevgilimle ben, pıt pıt atan kalbi yüzünden bebeğimize Pacman*** demiştik. Pacman bu sefer hiç hareket etmiyordu. Ben de, yine, taa 15 sene önce yaptığım gibi inanmayı reddediyordum. Amerikalı hocama soran 17’sindeki Sepin gibi, bu sefer de hemşireye sordum, “Atıyor değil mi kalbi?” diye. Hemşirenin cevabını beklemeden, doktora da sordum. “Atıyor değil mi kalbi?” Doktor hemşireye döndü, maalesef, “Ben duymuyorum, sen duyuyor musun?” dedi. O odada en son hatırladığım cümle buydu.
Nasıl bir otokontroldür ki o odadan çıktım, bekleme salonundaki insanların arasından geçtim, başka bir odada, doktorla kürtaj ve detaylarını konuştum, sonra otoparka indik sevgilimle. Hep dudaklarım titrer ağlamadan önce, Japon çizgi filmlerindeki ağlayan çocukların ağzının şeklini alır ağzım, aşağı doğru düşer. Düştü düştü düştü ağzım. Bağıra bağıra bıraktım kendimi, böğüre böğüre ağladım. Amerikan Hastanesi’nin otoparkı, otoparkın duvarları, o otoparktaki arabalar ağladı benimle. Eve kadar bütün yollar, ağaçlar ağladı benimle. O gün, sonraki gün, bir sonraki gün, günlerce, Pacman’ime çok ağladım. Hem ağladım, hem de insan tanımadığı bilmediği biri için nasıl ağlar diye şaşırdım. Sonradan Ela gösterdi ki bana, rahmime düştüğü anda ve öncesinde iki bebeğimi de tanımışım, bilmişim.
Ela’nın doğumuna dönüyorum. İlk NST iyiydi, vücudum kaskatı korkudan, ama aklım rahat. Annem ve Okan gelemedi bir türlü, yine bekleme hâlindeyim. Bugün çok bekledim. Okan’ı istiyorum, o olsun yanımda. Gecenin ikinci NST’si için hemşire geliyor. Okan hâlâ gelemiyor. NST cihazından nefret ediyorum artık. Kendi kalp atışım hızlı ve de sesli. Gözüm, aklım, kalbim, bütün hücrelerim kilitlendim yine o NST değerine. Artık etrafım flulaştı. Aysan ve Sotos odada ama sanki değil. Okan hâlâ yok, onu çok iyi biliyorum. Gözüm NST cihazında. Bir ara 70 mi ne gördüğümü hatırlıyorum. O 70 mi neyse, olması gerekenin çok altında. Sonrası hiç net değil. Okan nerede diye bağırdığımı, Okan’ı aradığımı, kalp atışı düşüyor yardım edin dediğimi, hemşirenin benim için oksijen maskesi getirdiğini hayal meyal hatırlıyorum. Tir tir titrerken, hakikaten donuyormuş gibi titrerken Okan geldi.
Gelirdi. Hep gelirdi. Gelmediği olmazdı.
Bedirhan Karakaya, 11 aylık, 31 Temmuz 2018, Hakkâri
* Nonstress test. Kardiyotokografi adı verilen cihazla bebeğin kalp atışlarının seyrini ve bu seyrin bebek hareketleri ve eğer varsa kasılmalarla olan ilişkisini temel alarak bebeğin sağlık durumunu değerlendiren test.
** Doğum destekçisi. Anneye doğumdan önce, doğum sırasında ve lohusalıkta fiziksel, duygusal ve teorik destek sağlayan, bu konuda eğitimli profesyoneller.
*** Namco video oyun şirketinin 1980’lerde popüler olan bir video oyunu ve bu oyundaki bir karakterin adı.




Ahhh Sepin yine dağladın yüreğimi... Gidenlere rahmet kalanlara selam olsun....♥️
Ela .... ❤️🧿🪬🙏